Okuma Süresi:4 Dk., 19 Sn.
UKRAYNA
Tüm Avrupa yakasında gitmediğim beş ülkenin birisi bu ülkeydi.
Ukrayna ile Türkiye arası o kadar iyi ki, Pasaportsuz bile gidebiliyorsunuz.
Ticaretimiz, orada Türklerin yatırımları, hatta evlilikler bile söz konusu.
Çünkü Ukraynalıların büyük bir kısmı Türk kökenlidir. O yüzden daha kolay anlaşabiliyoruz.
İşte bu Ukrayna, yanı sıra Belarus, hadi yakınında diye Litvanya, Letonya ve Estonya gitmeyi çok istiyordum.
Avrupa kıtasında sadece bu beş ülke kalmıştı.
Şimdiye kadar beş ülkeyi kapsayan Tur bulamadım.
Arabam ile gitmeye karar verdim fakat bu kez Covit-19 hastalığı çıktı.
Neyse hastalık bitti bu kez Ukrayna Rusya savaşı başladı.
Ha bitecek, ha biter… Beklemekten sıkıldım. Çünkü savaş bitmiyordu.
Kaldı ki savaş artık Kiev’den daha uzakta, Rus sınırlarında düşük yoğunlukta devam ediyordu.
Eşime dedim; nerede olursak olalım, ölüm bizi zaten bulur.
Atladık arabamıza çıktık yola.
Yunanistan’dan girdik. Bulgaristan Silistre’de konakladık. Ertesi gün Romanya, ardından Moldova gittik.
Buradan da Ukrayna’ya giriş yaptık.
Geçtiğim şehirler neredeyse boşalmış gibiydi.
Her on kilometrede bir askeri barikatlar vardı ve sürekli kontrol altında ilerliyorduk.
“Bu savaş halinde Ukrayna’da ne işiniz var” gibisinden meraklı bakışlarla karşılandık.
Kiev’e doğru yol almaya devam ettik.
Savaş izleri o kadar belirgindi ki; köprülerin çoğu yıkılmış, bombalanmış, alt yapı yer yer telef olmuştu.
O kadar belirgindi ki, alt yapı için herhangi bir çalışma yapılmıyor, yollar ve alt yapılar tümden bozulmaya yüz tutmuş haldeydi.
O kadar belirgin ki normal polise rastlamadım, her yerde sadece asker vardı.
Yağmur eşliğinde Kiev’e vardık. Saatimiz 22,30’u gösteriyordu.
Otellere yaklaşıyoruz hiç ışıkları yanmıyor. Diğer yerler aydınlık, konutlar, akaryakıt istasyonları hepsi aktif. Ama otel yok.
Nihayet birisinin kapısına dayanmaya karar verdim.
İçerden asker çıktı. Bize bu ve bunun gibi büyük otellerin askerlere ayrıldığını, savaş nedeniyle de ışıkları karartarak karartma uyguladıklarını anlattılar.
Kaldık mı sokakta?
Taksici çeviriyorum, taksimetreyi aç, seni takip edeyim, bizi bir otele yerleştir!
Taksici saatini gösteriyor ve bir sürü laf söylenip yoluna devam ediyor.
Meğer gece yarısında sokakta olmamak gerekiyormuş.
O yüzden herkeste bir telaş, bir koşturma.
En ufak bir pat sesi çıksa millet meraklı bakışlarla sesin olduğu yöne bakıyorlar. Acaba Ruslar bomba mı attı diye kaygılanıyorlar.
Akaryakıt istasyonlarının birinin arka bahçesine park ettim.
Onlar da 24.00’de kapatıyorlarmış.
Arada siren sesleri duyuyoruz.
Bu kez biz de tedirgin olmaya başladık.
Ukrayna’sına da, Kiev’ine de, buraya gelme merakına da…
Kendi kendimize kısık seslerle söyleniyoruz.
Yağmur bir yandan, yemek yiyemedik bir yandan, soğuk var diğer yandan…
Çok şükür arabada uyuyarak sabahı ettik ve bomba düşmeden uyanmak nasip oldu.
Olağan üstü hallerde olduğumuzu gündüz daha iyi anladık.
40 milyon nüfusun 11 milyonu başka ülkelere göç etmiş.
Dile kolay, ülkenin %30’u gitmiş. Yarın ne olacağını kimse bilmiyor. Eşimle benden başka turist görmedim doğrusu.
Sınırlar o kadar yoğun ki, Ukrayna Gümrüğünden girerken ve çıkarken en az 7-8 saat beklemek zorunda kalıyorsunuz.
O kadar yoğunluk var ki, adım atmaya boş bir alan yok.
Zaten ülkeden çıkarken ayrı bir macera yaşadık.
Belarus’a gitmek için onca yol gittik, sonra gümrüğün kapatıldığını ancak orada öğrendik. Oysa internetten araştırmış ve bir soruna rastlamamıştım.
İşin kötü yanı yollar iyice bozulmuş, araba çukurlara dala çıka ilerledik.
Dedim; “daha Belarus’a varmadan 4 lastiği de patlatıp iyice yolda kalacağız!”
Oradan mecburen Polonya tarafına dönmek ve oradan Belarus’a geçmek zorunda kalmıştık.
Sevgili ziyaretçi; seyahat yorucu ve meşakkatli bir iştir.
Elbette çok keyifli fakat bedenen ve zihnen hırpalanacağınızı asla aklınızdan çıkartmamalısınız.
Hiçbir yer güllük gülistanlık değildir.
Çünkü her şeyden önce insanı farklı, coğrafyası farklı, yasaları farklı, dinleri, dilleri, yemekleri, davranışları…
Bunları anlamak, özümsemek için söz konusu yabancı yerde birkaç ay durup, öğrenmeniz gerekiyor.
Her şeye rağmen Ukrayna yolculuğumuz güzeldi.
Şimdi savaş dışına çıkarak ilerleyelim; diğer Sovyet bloku ülkeler gibi buranın da karayolları etrafı tümden ağaçlandırılmış vaziyetteydi. Yollar en az üç dört sıralı sık ağaçlarla donatılmış.
Bu hem gürültüyü kesiyor, hem güvenli oluyor ve hem de eşsiz bir manzara sağlıyor.
Kiev’de Özgürlük Meydanı’nın olduğu yere yöneldim.
Oraya inmeden hemen yakınında bir meydan vardı.
Ukraynalı yöneticiler buraya Ruslara ait olan tankları, zırhlı araçları sergiliyorlardı. Tabi bombalanmış, yamultulmuş, tahrip edilmiş araçlardı bunlar. Yani “bu Rus tanklarını bu hale biz getirdik” diyesiler.
Önce Bağımsızlık Meydanını gezdim.
Burada Özgürlük Heykelini çok merak ediyordum, dünya gözüyle onu da görmek nasip oldu.
Bu meydanda daha birçok güzel eserler vardı. Hepsini dolaşıp fotoğraflar aldım.
Oradan hemen yanında bulunan Khreshchatyk Caddesinde gezindim.
Bu caddenin özelliği bağımsızlık meydanının ortasından geçip çok eski ve geniş bir cadde olmasıdır. Birçok ünlü mağazalar bu cadde üzerindedir.
Andrevski yokuşunda ilerledim. Altın kapı, Altın Kubbeli Katedral, Ana Vatan Heykeli, Mariyinsky Sarayı, Aziz Andreas Kilisesi ve Ulusal Opera Evi gezdiğim yerlerden bazılarıydı.
İnşallah savaş biter de, daha geniş zamanda, daha bol lokasyonları tekrardan dolaşmak nasip olur.
Ve yine Allah’tan dileğim; dost olsun, düşman olsun, hiç kimsenin başına “SAVAŞ” gibi bir bela vermesin.
Bir dip not daha bırakıp bu faslı kapatmama izin verin lütfen;
Gezmenin bir iyi yanı şudur;
Öncelikle sahip olduğun ülkenin, kısıtlı da olsa elindeki imkânların, dilini, dinini, kanununu biliyor olmanın kıymetini daha iyi anlıyorsun.
Sevmediğin insanları bile özlüyorsun ki bu da yalnız olmadığımızı gösterir.
Ülkemizde kendimizi daha güvende hissederiz.
Yiyecek, içecek, barınacak şeylere daha kolay ve ucuz ulaşırız.
En azından canımızın istediğini bulabiliriz.
Türkiye’mizde hiçbirimiz aç, açık ve sefil asla kalmayız.
Sağlık anlamında devlet sonuna kadar bize bakacak olmasını bilmek bile insanı mutlu etmeye yetiyor.