0 0
Okuma Süresi:3 Dk., 8 Sn.


BELARUS
Diğer adıyla Beyaz Rusya ülkesindeyim.
Siz “Beyaz Rusya” denmesine bakmayın çünkü beyazlıkla ilgisi yokmuş.
Daha doğrusu buraya gitmeden önce hep sarışın Ruslara istinaden, bu ülkenin halklarını daha çok krem-beyaz karışımı bir ten rengi bekliyordum.
Sovyet bloku ülkelerin içinde en az sarışın/beyaz olanlar herhalde Belaruslulardır.
Bundan böyle buraya sadece Belarus diyeceğim.
Uçsuz bucaksız ovalara sahip olan bu ülkenin yüzölçümü 207,000 kilometre karedir.
Nüfusu 9,5 milyon ile 10 milyon arasında gidip geliyor.
Çoğunluğu %85 oranıyla Belaruslulardan oluşuyor. Bunu %7 ile Ruslar, %3 ile de Ukraynalılar takip ediyor. Geri kalanda birçok etnik gruba sahipler.
Örneğin burada Yahudiler de var. Fakat 1940’larda 400 bin olan Yahudi nüfusu şimdilerde 50 binlere düşmüş durumda.
Bunun da nedeni; yoğun bir şekilde İsrail’e göç etmeleridir.
Son derece verimli ve geniş topraklara sahip olan Belarus’ta şehirleşme oranı beni hayli şaşırttı. Neredeyse halkın %80’i şehirlerde yaşıyor.
Şu halde hiç boş olmayan tarım arazileri daha büyük işletmeler tarafından profesyonelce ve çok geniş alanlarda yapılmaya devam ediyor. Hiç kuşkusuz bu da verimi maksimum düzeye çıkartmak için iyi bir neden oluyor.
Daha az gelişmiş ve daha çok alt yapıya ihtiyacı olduğunu düşündüğüm Belarus, beni bu konuda da şaşırttı doğrusu.
Örneğin birçok Avrupa ülkesinden daha çok akaryakıt istasyonu, dinlenme yerleri, restoranlar ve otellere sahipti.
Ukrayna’dan geçtiğim bu ülkede diğer ülkeler gibi hiç yakıt, yiyecek ve barınma sorunu yaşamadım.
Halen daha Rusya ile birlikte hareket eden ülkenin tabela çalışması, iki alfabe ile sürüdüğüne de şaşırarak şahit oldum.
Bir tarafında Kiril alfabesi ile yol bilgileri yazarken, diğer yandan da Latin alfabesiyle alternatifi vardı.
Bu konu çok önemli çünkü örneğin Ukrayna’da yol tabelalarını çözmek oldukça sorun olmuştu.
Gerek teknolojiyi kullanmaları bakımından, gerekse insanların medeni yaklaşımından son derece modern bir ülke olduğunu gördüm.
Yolları, binaları oldukça yeniydi.
Türkiye hariç birçok ülkede geniş caddeler ve parklar burada da mevcuttu.
Başkent Minsk’in ortasında devasa boyutlarda ve gümbür gümbür ağaçlarla dolu birçok park vardı.
İnsanlar işinde, gücünde ve sakin bir telaşla yaşamlarını sürdürüyorlar.
Ukrayna savaşından ötürü taraf tuttukları için herhangi bir tedirginlik gözlemleyemedim doğrusu.
Eşimle birlikte arabamızla gittiğimiz Belarus’un tüm karayolları ağaçlarla kuşatılmıştı.
Bu eski Sovyet bloku ülkelerinin tipik bir yansımasıydı.
Örneğin Moldova’da ana yol boylarında daha çok ceviz ağaçları varken, burada da bolca ıhlamur ağaçları vardı.
Kilometrelerce ıhlamur kokusunu hissederek gidiyorsunuz.
Ağaçlar o kadar büyümüşler ki, yollar adeta yeşil bir tünele benzemişti.
Ruslarla savaş halinde olan Ukrayna ülkesi, Belarus ile olan sınırını kapatmış. Ben bunu sınıra birkaç kilometre kala ancak öğrenebildim.
Ukrayna askerleri barikat kurmuş ve bana; “nereye gidiyorsun?” diye sordular, ben de Belarus deyince, sert bir şekilde; “kapalı, Polonya’dan ancak geçebilirsin” dediler.
O kadar yolu boşu boşuna gitmiş olduğum için canım çok sıkılmıştı. Üstelik Ukrayna yolları da oldukça bozuktu.
Belarus sınır girişinde prosedürler çok fazlaydı.
Tipik bir Rus yaklaşımıdır bu. Sizden pasaport ve araç ruhsatını alıyorlar, sisteme işliyorlar olayın bitmesi gerekiyor.
Ama bitmiyor!
Çünkü aynı bilgileri bir de sana manuel formlara yazdırtıyorlar.
E aynısı ama! Olsun, yine de sen o bilgileri formlara işlemen gerekiyor.
Bir sıkıntısı da şu; tüm formlar Kiril alfabesiyle yazılmış!
Hangi kutucukta hangi bilgiyi soruyor asla bilemiyorsun!
Geriye iki yol kalıyor; ya memur yardım edecek (ki etmedi!) ya da hemen yanında yine devletin görevli bir başka memuru para karşılığında tercümeye çevirerek kendi dolduruyor. Mühürleyip sana veriyor ve ancak sorun çözülüyor.
Bir dünya evrak kürek işlerini yaptıktan sonra ancak geçebiliyorsunuz.
Yine de bol ağaçlı yollardan birkaç yüz kilometre sonra başkent Minsk’e giderken müthiş bir keyif aldım doğrusu.
Başkentte Belarus’un simgesi Zafer Meydanı, Aziz Simon ve Helena Kilisesi, Gözyaşı Adası, Gorki Parkı, Özgürlük Meydanı, Trinity Banliyösü, Kutsal Ruh Katedrali ve daha birçok yer gezdim.
İlk gün öğleden sonra hep yağdığı için tam gezemedimse de, ertesi günü tüm noktalarına gitmek nasip oldu.
Belarus’da bir ömür boyu huzur ve güvenlik içinde yaşayabileceğim kanaatine de varmış oldum.