0 0
Okuma Süresi:2 Dk., 32 Sn.


LETONYA
Litvanya’dan geçtikten sonra rotamı doğruca Letonya’nın başkenti Riga’ya çevirdim.
Diğer Baltık ülkeleri gibi burası da düzlük ve yeşillikler içinde bir coğrafyaya sahipti.
1,900,000 nüfuslu ülkenin kişi başı milli geliri oldukça yüksek. 35 bin dolar civarında seyrediyor. Yüzölçümü ise yaklaşık 65 bin kilometre kareden oluşuyor.
O kadarcık nüfus için yetiyor da artıyor bile.
İklim daha çok Karadeniz’i andırıyordu. Bol yağmur, serin ve rüzgârsız hava.
Bolca “Geyik Çıkabilir” tabelaları eşliğinde devam ettim.
Evet, gerçekten bir defa geyik çıktı. Ama küçüktü ve 100 metre kadar önümüzdeydi. Çok hızlı geçtiği için doyasıya seyredemedim. Ama gördük mü? Gördük!
Riga’da otele yerleştikten sonra gezmek için ertesi sabahı bekledik.
Not aldığım lokasyonları ziyaret etmek için ana caddeye çıktığımda tuhaf insanlar/kalabalıklar görmeye başladım.
Türlü renklerde ve tasarımlarda folklor kıyafetleri giymiş insanlar telaş halindeydi.
Kimi toplanmış, kimi ekip halinde yürüyor, kimi hazırlık yapıyor…
Meğer Riga’da bulunduğum günler Letonya’nın “Dans ve Müzik Festivali” günleri imiş.
Bu kez daha bir dikkatle izlemeye başladım.
Letonyalılar her bölgeden, şehirden kendilerine has yöresel kıyafetlerle ekipler halinde Riga’ya doluşmuşlardı.
Ama o kadar güzel bir tablo vardı ki, kendimi Ortaçağ Avrupa’sında gibi hissettim.
Çok kalabalık heyetler halindelerdi. Yolları araç ve yaya trafiğine kapatmışlar, sadece onların törenle geçişlerine izin veriyorlardı.
Yöresel Dans, Yöresel Müzik ve Yöresel Kıyafetlere iyice kandım.
Sonra da gezilesi yerlerin keşfine koyuldum.
Tüm Avrupa/Hıristiyan ülkelerinde olduğu gibi burada da bolca ve tarihi kiliseler vardı.
Aziz Peter Kilisesini ziyaretle başladım.
Özellikle Sovyet Bloku Ülkelerde bolca bulunan Özgürlük anıtları/meydanları burada da vardı. Özgürlük anıtını gezdim.
1950’lerde Zeplin (ilk uçan balon) yapılan hangarlar uzun zamandır pazaryeri olarak kullanılıyor. Üstelik Avrupa’nın en büyük pazarı olma özelliğine de sahip.
Burada sebze/meyveden, incik boncuk türü her şey satılıyordu.
Yine Riga Katedrali görülesi yerlerden biriydi.
Kara Kafalılar Binası, şehrin ana meydanı, Riga Kalesi harika mimariye sahiptiler.
Biraderler ve Kedi evi enteresan binalardı.
Sanatçılar sokağı oldukça renkliydi.
Ulusal Opera ve Bale binası yine şahane yerlerden biriydi.
En güzeli de Riga Motor Müzesiydi.
Burada en eski arabalardan, son modellere kadar araçlar vardı.
Otomotiv sektörünün nereden başladığı ve nereye evirildiğini daha iyi müşahede edebildim. Ve insanoğlunu takdir ederek şaşırmaya devam ettim.
Bir tespitimi sizlerle paylaşmak isterim; Meriç Nehrinden (Edirne) geçtikten sonra Avrupa halklarınca disiplin, edilgenlik ve teslimiyetçilik artarak devam ediyor.
Örneğin trafik tıkandı, adam uslu uslu oturup bekliyor.
Aynı yol üzerinde kendim olayım, gelip geçen Türk gurbetçiler olsun, arabalarından inip olay mahalline gidiliyor, durum tespiti yapılıyor ve mümkünse olaya müdahale ediliyor veya farklı bir çıkış çareleri aranıyor…
Öbürlerinde böyle asla değil
Yine örneğin yerleşim yerlerinde yollar bomboş, ama km 30 yazdı diye pat diye hızlarını düşürüyorlar.
Aynı şey yayalar için de geçerli.
Birisinin yaya geçidine yaklaşmasında bile sürücünün durması için yeterli bir neden oluyor.
Söz konusu yaya belki geçmeyecek ama yine de yaya çizgisine yakın gördüğünden sürücümüz duruyor işte.
Oysa bu anlayış/yaklaşım şarka doğru gittikçe tam tersine seyretmektedir.
Bu durumda Türkiye’yi ortalarda kabul edelim, şarka doğru yürüdükçe anormalleşmeler başlayacaktır.
Elbette buna Türkiye de dâhildir.
İran’a doğru, ya da Irak, Mısır, Afganistan…
Bunun Afrika tarafını hiç düşünemiyorum doğrusu.