2 0
Okuma Süresi:4 Dk., 24 Sn.


KAZAKİSTAN
Orta Asya’dan gelen Türkler; Kazakistan’ın en uç tarafından itibaren yola çıkmıştır.
Biraz daha kuzeye giderseniz Sibirya başlar ki bu da Türklerin geçmişte yaşadığı son bölgeler demektir.
İşte ben nasip oldu Kazakistan Kuzeyine seyahate çıktım.
Astana Şehrinden başlayan gezim Almatı’da son buldu.
Tabi bu bir cümlede yazılıyorsa da siz Astana ve Almatı arasını 1,225 KM olarak biliniz.
Devasa bir coğrafyaya sahip olan bu kadim ülkenin alanı 2,7 milyon kilometrekaredir. Dünyanın en büyük 9’uncu ülkesidir yani.
2024 Ekim 12’sinde indiğim Astana’da gündüz sıcaklık -3 dereceydi ve kar yağıyordu (Sibirya’nın dibi demiştim).
Kazaklar bu havada Antalya’da geziyorlar gibi rahatlardı. “Kış daha gelmedi” dediler 🙂 Tam kış gelince eksi 30 mu olur, 40 mı? Ucu açık yani.
Kazakistan’ın başkenti aslında Almatı’ydı.
Astana daha yeni yeni faaliyete geçti.
Aslında Almatı şehri dört başı mamur, alt ve üst yapısı sorunsuz, iklimi bu ülkeye göre daha katlanılabilir ve en önemlisi ticaretin ve siyasetin de kalbiydi.
Sorun şu imiş; Almatı Komünist Sovyet döneminde ciddi bir Rus nüfus barındırıyormuş.
Yine hatırı sayılır miktarda başka yabancıların da yaşadığı şehirde tüm kontrol Kazakların dışında gerçekleşirmiş.
İş insanları, bürokratlar, akademisyenler, entelektüeller… Bunların çoğu Kazak olmayanlardanmış. Çünkü Kazakistan da diğer Türki Cumhuriyetleri gibi sömürülen bir ülkeydi.
Hatta aslında Çin’in toprakları olan fakat en az 150 boyunca sömürülen Hong Kong gibi bir şehir haline gelmiş.
90’lı yıllarda bağımsızlıklarını kazandıklarında oranın statükosunu bozmak oldukça zor olacağından; Kazak nüfusunun daha yoğun olduğu Astana şehri başkent olarak tercih edilmiş.
Yani bir nevi örtülü bağımsızlık ilanı olmuş. Başarmışlar da tabi.
Astana’da ilk gezdiğim yer Nur Astana Camisi idi ve bu mabedin ibadet için 250 bin insanı ağırlayabilecek kapasitesi vardı.
Sonra Bayterek Kulesi, Bağımsızlık Meydanı, Halk Anıtı, Han Çadırını ziyaret ettim.
Buradan sonra Almatı’ya geçtim.
Önce Alma Ata ne demek ona bakalım; Alma Ata: Elmalı veya Elmanın yayıldığı yer anlamına gelirmiş.
Mitolojide Elma Hz. Âdem ile Havva’nın meyvesi olduğu için Cennet Meyvesi kabul edilir.
Oysa 7,000 metre rakımlı Tanrı Dağlarının eteklerinde bulunan Almatı’da nasıl elma olabilir ki?
Bizzat ben şahidim. Var. Hem de bir elmanın 700 gram bile geldiği olurmuş. Devasa Elma bahçeleri gördüm.
Oysa hemen üst tarafında Tanrı Dağları 12 ay boyunca kar ile kaplıdır.
Demek ki Allah ona göre bir iklim oluşturmuş.
Kırgızistan ile Kazakistan arasında olan Tanrı Dağları hakikaten Türklük destanlarında okuduğum gibiydi ve hatta daha fazlası.
Uçakla dağların üzerinden geçerken neredeyse zirveye değecek gibiydik.
Bu durum uçağın alçak uçtuğunu değil; dağların heybetini gösteriyordu. Dedim ya; 7 bin metre rakım söz konusu. Himalayalara yakın azametteydi.
O dağların eteklerinde köyleri ziyaret ettim.
Ömrümde ilk defa Kımız içmek nasip oldu.
Tadı enteresan bir şeydi tabi. Alışık olmayan bünyede tuhaf bir algoritma oluştu.
Hücrelerim bu yabancı içeceği uzun süren bir analize tabi tuttu ve birkaç saat sonra ben At, Kılıç aramaya başladım.
Kararlıydım; her şeye yeniden başlayacaktım.
Kımız beni aslıma geri döndürmüştü ve beynim “hah işte, şimdi kendimi bildim-hatırladım” dedi.
🙂
Yok, daha içmem. Yani aman aman lezzetli bir şey değil. Ama her Türk bir kere Kımız içmelidir.
Özbekistan, Kırgızistan, Azerbaycan halkından daha bir orijinal Türk gibi geldiler bana.
Herhalde başlangıç noktasında oldukları için daha az asimile olmuşlardı.
Hafif çekik gözlü, esmer tenli, düz ve kahverengi saçlı, ince ve orta boylarda, engin ve iyimser bakışlı insanlardı.
Sanırım Moğol Türk karışımı oldukça had safhadaydı.
Kimi tarihçiler Moğolların da Türk boyu olduğunu söyler. Ama onlar biraz daha Çin’e yakın oldukları için daha fazla çekik gözlü kalmışlar.
Ve ilk göç etmeye başladıkları yer de Kazakistan toprakları olmuş.
Kadınları yine bildik Türk kadınları gibi fazla boylu değillerdi ve üstten aşağı Ben Anneyim, Ben Han’ım; Ben Devlet Anayım diyorlardı.
Dağların haricinde uçsuz bucaksız steplere sahip olan Kazakistan’da Güneş bir başka doğuyor ve yine bambaşka güzellikte batıyordu.
Gezdiğim Türk Ülkelerinin içinde ekonomisi en iyi olan Ülke Kazakistan’dı.
Çünkü burada bolca Doğalgaz ve Petrol üretiliyor.
Etnik çeşitlilik genelde sorun olsa da burada olumlu katkıda bulunduğunu söyleyebiliriz. Çünkü birbirlerinin iyi şeylerini kabullenmişler ve bu da ülke gelişimine katkıda bulunmuş.
Genelde Türki Cumhuriyetleri gibi burada da TATLI kültürü yaygın değil.
Fakat 7/24 et ve süt ürünleri sofranın başyemeği durumunda.
Pazar yerinde birçok kasap görmüştüm.
Bizdeki kasaplarda iç yağı ya görünmez ya da çok az miktarda bir kenarda durur. Oysa onların kasaplarındaki vitrinin yarısı et ile doluyken, diğer yarısı da tamamen iç yağı, kuyruk yağı gibi yağlarla doluydu.
Çünkü alışverişe gelenler bu yağdan da kilo ile ayrıca satın alıyorlardı.
Sert ve Haşin bölgelerde Etsiz ve Yağsız yaşam zaten düşünülemeyeceği gibi; Türkün mayasında ve damak tadında da ET ağırlıklı beslenme söz konusu.
Bizim gibi tatlı su vejetaryenleri olarak değil de sert ve haşin ve bir o kadar da dayanıklı bir hayatı tercih ediyorlar.
Üstelik bu etler gelişmiş ülkelerdeki ve tabi bizdeki gibi hormonlu, hazır yemli, ahırdan hiç dışarı çıkmamış hayvanlardan değil; serbest gezen, doğal beslenen ve hormonlanmayan doğal hayvanlardan elde ediliyor.
Bu da söz konusu ürünleri hem çok nefis ve bir o kadar da çok ucuz hale getiriyor.
Türk Irkının olduğu ülkelerde dil sorunu hiç yaşamıyorsunuz.
Çoğu ülkede birbirinizi anlayacak kadar ortak kelimeler zaten var.
Ama yine de anlaşamadığınız şeyler olursa da kendinizi kasmayın.
Sadece etrafınıza bakın ve özellikle gençlerden birinden yardım isteyin.
Çünkü onlar Türk Dizileri izlediği ve Türkiye’yi Batılaşmış, gelişmiş, bayraktar ve öncü Türkler bildikleri için Türkçe öğrenmişler.
Az ya da çok anlıyorlar ve konuşabiliyorlar.
Sadece Türkçe Selam verin ve derdinizi söyleyin yeter.