HONGKONG
Para’nın, Sermaye birikiminin, Ticaretin, Uluslar arası Şirketleşmenin, Ekonomiye Hükmetmenin, Dünya’yı Kapitalizme kul etmenin A-B-C’sini görmek istiyorsanız Hong Kong’a gitmelisiniz.
Göreceksiniz ki dünyevi gücün tüm ihtişamı, firavun kulesi gibi göklere dek uzanmış Towerslerden emirler yağdırıyor.
Ve göreceksiniz ki bu ülkede her şey Para ile başlayıp, Para ile devam ediyordur.
Hani İstanbul’umuzda birkaç gökdelenimiz vardır, “vayy beee, ne binalarımız var” deriz ya, artık demeyiniz!
Çünkü Hong Kong’da sadece bir sokağın, bir cephesinin ve de sadece bir paftasının sahip olduğu gökdelen-iş merkezleri sayısı bizim tüm Türkiye gökdelenlerinden fazladır. Kalanları bonus oluyor
Devasa binaların arasında gezmeye başladığım şehir gezisinden ancak rakımı 551 metre olan Victoria tepesine çıktığımda kurtuldum.
Buna rağmen önümde mantar biter gibi bitmiş kuleler halen daha bize ulaşmaya çalışıyordu.
İstanbul’un sadece 1/5’i kadar olan bu ülkenin nüfusu 8 milyon civarında.
Yani buna göre İstanbul nüfusu 40 milyon demektir. Peki, şimdi bir varsayımda bulunalım; 40 milyon nüfuslu İstanbul’un trafiğini azıcık tahmin eder misiniz?
(Bence de etmeyin, tahmin edemeden hafakanlar basmaya başladı zaten )
Yine Peki, aynı oranda Hong Kong trafiğini sorar mısınız? (sordunuz var sayıyorum) el cevap; Hiç trafik sorunu yok! İlginç değil mi? Oysa aynı insanlar, aynı yollar, aynı türden arabalar…
Ama bir fark var; o da kafa yapısı. Çünkü herkes kurallara uyuyor! Alt-üst yapı ona göre uyarlanmış.
Tabanda yol var, üstünde bir hava yol daha, çık üçüncü katta bir viyadük daha…
Hong Kong Asya’nın en önemli limanının olduğu yerde kurulu. Çin ülkesine açılan en uygun kapı.
O yüzden dünyanın en büyük serbest Ticaret, Pazar ve limanıdır.
Burada Endüstri, Bankacılık, Ticaret, Turizm, Sinema endüstrisi yapılıyor.
1842’de İngiltere’ye kiralan bu şehir devleti 1997’de Çin’e devredildi (iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Çin’e bağlı). Ama halen daha İngiliz izleri ağır basıyor. Bunu ticaret anlayışından, en çok İngilizce konuşulmasından ve trafiklerinin halen daha sol’dan çalışmasından anlayabiliyoruz.
İçme suyunun dahi Çin’den geldiği bu devlette ancak %13 lük bir arazi ekilebilir durumda. Kalanın tamamı dağlık-ormanlık ve kalanı da gökdelenlerle dolu.
Nüfusun %99’unu Çinliler oluşturuyor ve inançları da Budizm.
Muson ikliminin hâkim olduğu bu süper ülkede ısı kışları en fazla 15-20 dereceye düşüyor.
Tamamı dağlık ve 200’den fazla adacıklardan oluşan bu ülkenin düzlük yerleri çok az.
O da, deniz doldurarak elde edilmiş.
Kıt olan arazilerini o kadar tasarruflu kullanmışlar ki, en küçük bir metrekare bile boş bırakılmamış.
Oturdukları konutlar-evler en az 30-40 katlardan başlıyor.
Deniz bitiyor kaldırım başlıyor, kaldırım bitiyor kara yolu, o bitiyor iş merkezler ve o bitiyor ormanlar başlıyor.
Ormanlarını talana açmamışlar ve yemyeşil halde koruma altında tutuyorlar.
İlginç bir şey daha; dünyanın en büyük havaalanlarından birisi olan Hong Kong’a indikten sonra pasaport işlemlerine başladım.
Gördüm ki, havaalanı çalışanlarının (gümrük polisleri dâhil) yarıdan fazlasının ağız ve burnunda maske var.
Çoğunun elinde eldiven var ve pasaporta eldivensiz dokunmuyorlar.
Şehirde otobüslere, otele, restorana girdiğimde baktım ki klimalar sürekli soğuk üflüyor.
Yaşlı Çinli rehberimizden öğrendim ki tüm bu maskeler, eldivenler, soğutmalar, mikrop bulaşmaması ve ortam sıcak olup da bakteri ürememesi içinmiş.
Şaşırdım! Çünkü mikrop takıntısı adamlarda paranoyak bir hal almış.
Minicik ülkenin içinde devasa bir park var. Adı Ocean. Bunun içinde nesli tükenmek üzere olan Panda ayısı da var, envai çeşit okyanus balıkları da…
Çok pahalı bir ülke olan Hong Kong’da yaşam hiç boşluk olmayacak şekilde sürekli koşturma içinde geçiyor.
Şark anlayışlı insanların yaşayabileceği yer asla değil.
Aslında İngilizleri tebrik etmem lazım. Çünkü Asya kapısı olan Hong Kong’dan, dünyanın en önemli yerlerinden birisi olan Güney Afrika’ya kadar, en kalabalık Çin ve Hindistan ülkelerini zapturapt altına almaktan, en önemli geçiş yerlerinden birisi olan Süveyş kanalına kadar dünyanın birçok yerine hâkimiyet kurmuşlar.
Aynı zamanda buralara kendi dillerini, kültürlerini, ticaret anlayışlarını, mimari stillerini ve hatta trafiğin soldan işleyeceğini bile sistemleştirerek oturtmuşlar-bunlar halen daha devam edebiliyor.
Bir avuç İngiliz’in salt silah zoruyla bunları başaracağını düşünmek onların zekâsına haksızlık olur diye düşünüyorum. Burada daha fazla bir üst akıl-bilinç, ideal ve başarı olduğu aşikâr.
Ne diyelim; at binenin, kılıç kuşananındır…