0 0
Okuma Süresi:2 Dk., 56 Sn.


DANİMARKA

Kara Avrupa’sının en kuzey ve en son ucu olan Danimarka’dayım.
Stratejik ve İskandinav ülkelerine, hatta Rusya St. Petersburg şehrine denizden ulaşabilen yegâne liman kentindeyim. Burası Kopenhag.
Hani şu Avrupa Birliğine girmek için bize dayatılan meşhur Kopenhag kriterleri var ya, işte o kriterin çıktığı yerdeyim
Kopenhag kenti tıpkı İtalya’nın Venedik şehri gibiydi. Eski liman yine eski şehrin içlerine değin uzanmıştı. Buralar daha düne kadar deniz ticaretinin en yoğun yapıldığı limanlarmış.
Şimdi daha büyük limanlardan devasa deniz araçları kalkıyor. Buralar ise nostalji olarak kalmış, daha çok turist gezdiren tekneler faaliyet gösteriyor. Hepsinin etrafında kafeler, restoranlar dizili.
Çayınızı içerken kanallardaki hareketliliği izlemek bile keyif verir.
Danimarka’nın nüfusu 5,5 milyon ve yüzölçümü 43 bin kilometre karecik küçücük bir ülke. Ancak 2 milyon kilometre kareden daha fazla büyük olan devasa Grönland adası da yine bu ülkenin deniz aşırı toprakları arasında yer alıyor.
Kişi başı 36 bin dolar geliriyle oldukça iyi bir durumdalar.
Bir özelliği daha var, Ülkeler sıralamasında gelir dağılımının en adaletli olduğu ikinci ülkeymiş (birincisi gelir dağılımı daha adil olan Slovenya’dır).
Kopenhag’da gezerken her çeşit insan görmeniz mümkün. En çok Türklerin olduğu bu şehirde her milletten insan var. Hiçbir altyapısal sorunu olmayan bu kent, aynı zamanda huzurlu ve güvenli bir şehir.
Ünlü yazar Andersen’in (Andersen’den Masallar) memleketi olan Kopenhag’da bolca heykeli vardı.
Çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi burada da adamlar ilginç olduğuna inandıklar ne varsa turizme açmışlar.
Örneğin Danimarka krallığının sütleri, etleri, yumurtası, tereyağı orada bir ahırdaki hayvanlardan elde ediliyor (Kraliyet ahırı).
Bu ahıra inekleri seyretmek için tur düzenliyorlar. Dışarıdan bakıyor ve turunu atıyorsun. Ve tabi parasını da ödüyorsun
Eski sarayın önünde ortaçağ dönemine ait kılıklarla askerler var ve nöbet tutuyorlar. Onlara göre kuralları olan bu nöbet oldukça ilginç görülüyor. Saray kapısına üç adımda bir bakması, sonra cephesini yola döndürerek ayağını sertçe yere vurması, kafasında bol tüylü bir kalpağın olması, atlı saray görevlileri vs…
Birçok ülkede aynıları devam ediyor zaten, şövalyeler kılıçlarını kuşanmış önemli köprülerin nöbet kulübelerinde nöbet tutuyorlar. Birçok ülke henüz 500 yıllık bile olmayan tarihlere sahipler ama 50 yıl önceki eseri bile biz turistlere pazarlıyor.
Oysa bizim ülkede biz Türklere ait en az bin yıl önceden kalma nice kıymetlerimiz var. Gidin bir Cumalıkızık (Osmanlının ilk yerleştiği yerlerden-köylerden), gidin Beypazarı’na, Safranbolu’ya dactarihin ne olduğunu görün. Dahası birkaç bin yıl öncenin de beşiği olan ülkemizin her tarafı tarih fışkırmakta. Biz inatla-ısrarla geçmişimize küfredebilmek için bunları yok sayıyoruz. Hatta mümkünse katledip dünya üzerinden kaldırmaya çalışıyoruz. Geçtiğimiz aylarda Hükümet bir Osmanlı Tuğrasını açığa çıkarttı diye bir sürü tantana yapıldı. Ne olur sanki Topkapı sarayının önünde kapı girişlerinde iki yeniçeri kılıklı asker pos bıyıkları eşliğinde nöbet tutsalar? Ne olur sanki saray görevlisi bir adam atıyla oralarda tıkır tıkır gezse? Yok! Güya bizim padişahlar akşama kadar karı kız peşinde koştukları için sadece illa harem dairesi geziliyor. Gerisine gerek yok. Sanırsınız ki biz oralara ağaç kovuğundan çıkarak geldik. Sanırsınız ki dünya kurulduğunda gözümüzü Topkapı sarayında, hazırda parası olan, askerleri olan ve kurulu imparatorlukta açmışız.
Ne olur? İrtica mı hortlar? Gericilik mi başlar? Padişahlık zamanlarına geri mi dönülür? Avrupa bunları canlandırıyor ve milyonlarca turist çekiyor da geriye gitmiyorlar ama?
Japon kadınları kimono giyiyor, erkekler de Şogun askeri kıyafetleri giyiyor ama padişahlık geri gelmiyor! Öyle olsaydı söz konusu ülkelerde gericiliğin dik alası olmaz mıydı?
E hadi bizimki ilericilik ve geriye asla bakmamak da, bunun iyi bir şey olduğunu neremizden anlayacağız? Hiçbir şey yapmadan, icat edemeden, tasarlayamadan o gericilerin (!) ürettikleri şeyleri ancak amelelik yaparak satın alıyoruz niye?
Yani onların müreffeh içinde olması bizim baldırımızın açık olmasından daha mı kötü?
Yazık… Çok yazık…

Bir yanıt yazın